“ŞİMDİ FİL SURESİNİ OKUMAK LAZIM…”

Vasfiye Anne bu sözü sarf ettiği zaman iliklerime kadar dondum… Mekanik olarak “Evet, bence de, tam zamanı” gibi cevaplar verirken; ‘Söyleyene değil de söyletene bak’ cinsinden, söyleyenden çok söyletenle ansızın karşı karşıya kalmış, vahye ve ilhama mazhar olmuş bir insanın sarhoşluğunu yaşamıştım.
Vasfiye Anne, Nakşibendi-Üveysi kolunun erlerinden Hilmi Babamın, üç sene önce, dünyasını değişirken bize bıraktığı emaneti, mirasıdır… Öyle teorik olarak Kur an a vakıf, ilim ehli değildir, ama annelik vasfına gerçekten haiz, hizmet ehli bir gönül kahramanıdır.
Biz, ahvalin vahametini konuşurken onun “Şimdi Fil Suresini okumak lazım…” demesini dergâhın bizlere bir himmeti ve ikazı olarak kabul ediyorum… Bizi bize bizi kendimize bırakma Ya Rabbi…
Geçen sene hac ziyaretim esnasında, rehberimiz bizi gezdirirken bir bölgeye işaret ederek, anlatmıştı: “Efendimiz buradan geçerken ki, oralar tabelayla belirli, koşarak hızla geçmiş, ashabı da beraber. Daha sonra sormuşlar ‘Ya Resulallah, neden koştunuz?’
‘Burası fil vakıasının geçtiği yer, helak olan ordunun hala leş kokuları geliyor” buyurmuşlar… Hala kokularının gelmesi, düşünürsek, eşyanın kayıt almasının göstergelerindendir. Çok sırlar ve mesajlar yüklü sureyi hatırlayalım:
O bunların düzenlerini boşa çıkarmadı mı?
Rab binin fil sahiplerine ne ettiğini görmedin mi?
Üzerlerine sürülerle uçan kuşlar gönderdi.
Ki, onların üzerlerine pişkin tuğladan taş atıyorlardı.
Nihayet onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdik.

Hadise malum, Efendimiz henüz âleme teşrif etmemiş, bir rivayete göre anne karnında. Arapların rağbetini Beytül haramdan, Yemen de yaptırdığı ihtişamlı kiliseye çevirmek isteyen, Ebrehe, başarılı olamayınca, fillerle teçhizatlı ordusunu Kabe’yi yıkmak üzere harekete geçiriyor ve Arap kabileleri ile savaşarak, ve bir çok esirler alarak Mekke yakınların da bir yerde konaklayarak, bir elçi gönderiyor. Şehir muhasara altında talan edilirken, Mekke nin en güzeli, akıllısı ve lideri Abdulmuttalib’in de iki yüz devesi talan edilmişti. Ebrehe ile baş edemeyeceklerini anlayan Abdulmuttalib görüşmeye giderek, develerini istiyor. Ebrehe de savaşmaya kan dökmeye değil sadece Kâbe yi yıkmaya geldiğini söylüyor. Mekke nin lideri olarak, Kâbe yi savunacak yerde, sadece develerini talep etmesine hayret ediyor. Abdulmuttalib’in cevabı çok hoş ve enteresan: “Doğrusu ben develerin sahibiyim. Kâbe nin de sahibi var, onu korur. Ebrehe bunun üzerine, o bana engel olamaz, diyor.
Abdulmuttalib de, işte o, işte sen” diyerek, develerini alarak dönüyor. Dillerin de dua, okuduğu bir şiir var, rivayet edilen:
“Allah’ım doğrusu kul kendi yükünü koruyor, sen de Kâbe yi koru.
Şüphesiz ki, onların gücü ve kudreti senin gücünü mağlup edemez.
Eğer sen onları bizim kıblemizle baş başa bırakırsan bildiğin gibi yap.”
Ve sonra bildiğimiz gibi, Ebrehe filleriyle taarruza kalkıyor ve fillerinin onca zorlamaya karşı kıpırdatamadıklarını fark ediyor, nihayet Allah ın ordusu harekete geçip, kuş sürüleri ağızların da taşlarla gelerek, koca ordu ve filler helak oluyorlar.
Buhari ve Müslüm de, Mekke nin fethedildiği gün, Allah Resulü nün şöyle buyurduğu anlatılır: “ Yüce Allah filleri Mekke ye girmekten alıkoydu ama Resulünü ve müminleri oraya gönderdi. Dün olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iade olunmuştur. Dikkat edin hazır olan, olmayana bildirsin.”
Düşünenler için bu hadisede nice dersler var, tabi. Yıkılmasına izin vermeyerek, Allah u Teâlâ’nın Kâbe yi korumuş olması, bana Kâbe ile muttahit olmuş, Kâbe gibi vazife yapan kulları hatırlattı. Hani baktığınız zaman size Allah ı hatırlatan kullar… Toplum için de onların varlığı mutlak korunmayı getirir demek ki.
Fil vakıasındaki keyfiyeti anladığımızda, aynı durum her zaman için geçerli! Önemli olan, Allah’ın ordularını harekete geçirebilmek… O naz ve niyaz da olabilmek. Gökler de ve yerler de olan Allah ın orduları nedir? Tabi ki tahayyülümüzle sınırlı değil… Peygamberler tevhit mücadelesinde, zorda kalıp bunalıp, “Allah ın yardımı daha ne zaman” dediklerinde kalplerine ‘sekinet’ indiriliyor. Allah ın gökte ki ve yerdeki orduları harekete geçirmesi ayrıca, kalplere ‘sekinet’ indirmesi an meselesi. Demek ki, korunmak, orduları harekete geçirmek, ‘sekinet’ e nail olmak için bir kıymet, aidiyet ve sebat ifade etmek gerek. Bedir harbi vakıadır ama Allah savaşı kalplerde bitirip, matematiksel olarak mümkün olmayan zaferi, inananlara hediye etmiştir.
“Mü minlerin kalplerine, imanlarını kat kat artırsınlar diye, güven duygusu ve huzur indiren O dur. Göklerin ve yerin orduları Allah ın dır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Fetih suresi,4.
Kıymet ve kadrini hiç bilemediğimiz her halimizden belli olan Kur an ı Kerim de bu önemli ve ibretli hadiseyi anarak, gündemimizde tutan Rabbim, ikinci ayeti kerimesin de onların tüm düzenlerini, teknolojik ve sayısal üstünlüklerini boşa çıkardığını ilan ederek, bize de aynı lütfu aslında vaat etmiştir… En çaresiz kalındığı zaman, akla hayale gelmeyen bir ordu ile düşmanı talan olmuş bir ekin tarlasına benzetmektedir.

PaylaşShare on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedIn

Sevebilirsin...