SAVAŞ ZAMANLARININ TESBİHATI!..

“Rabbenağfirlena zunubena ve israfena fi emrina ve sebbit akdemena vensurna alel kavmil kafirin…”

“Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” Sure-i Al-i İmran-147

İnsanlık tarihi boyunca, yaşanan hak batıl savaşlarında, birçok peygamberler ve ‘Rıbbıyyun’ yani ‘Rabbani’ olarak tasvir edilmiş Allah erleri savaşmıştır. Allah ehlinin verdikleri savaşı kazanma sebebi olarak ettikleri dua ve tesbihatı, Kur-an’ı Kerim ile bize ulaştıran Cenab-ı Hak, aynı şekilde edeceğimiz, duaların kabul olacağına dair adeta bizleri uyarmış ve bu şekil de duaya bizleri teşvik etmiştir.

“Nice peygamberler vardır ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.
Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimiz deki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl…” Al-i İmran- 146-147

Rabbe mensup olan kişiler, zor zamanlarda işte bu duayı dillerine tesbih edince:

“Allah’da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah ihsanda bulunanları sever.” Al-i İmran-148 Buyrulmuştur.

Bu ayet-i kerime ile inanlara talim ettirilen pek çok öğreti söz konusudur. Evvela, Allah’ın yardım ve nusretine mazhar olabilmek, temiz bir halle olacağı için, duaya, tövbe istiğfar ile başlanmıştır. Sonra, güçlükler karşısında ayaklarının Allah yolundan ayrılmaması ve sabit kalması dilenmiş ve kâfirler topluluğuna karşı da zafer niyaz edilmiştir. Allah’a yakınlık ve duaların kabul olması; kişinin kendi aczini bilip ortaya koyması özelliklede Allah Azimüşşan’ın tek kuvvet ve kudret sahibi olduğunun altını çizmeyle orantılıdır.

Bir sonraki ayet-i kerimede ise rabbanilerin, yani sıdk ile Allah yolundan ayrılmayanların dualarının kabulünü dünya nimeti ve ahiret sevabının güzelliği ile taltif etmiş ve her saadetin başı olan, Allah sevgisi ile müjdelenmiştir.

Ebussuûd Efendi, bu ayet-i kerime nin tefsirinde: “Nice Peygamberler vardır ki, ilây-ı kelimetullah (Allah adını yüceltmek) ve O’nun dinini aziz kılmak için birçok takva sahibi âlimlerle, abidlerle (kendilerini ibadete vermiş olanlar) veya cemaatlerle birlikte, düşmanlara karşı savaşmışlar ve Allah yolunda uğradıkları büyük acılardan dolayı ne azim ve himmetlerinde bir gevşeklik, ne de cihadda ve dinde bir zaaf göstermemişler, düşmana da boyun eğmemişlerdir. Zira bunların Allah yolunda olması, onların kalbine kuvvet vermiş ve zafiyet göstermelerini önlemiştir. O Rabbani müminler, hep bu duaya devam ettiler, savaş meydanlarında ve savunma mevzilerinde şikâyet, zaaf ve sarsılma şaibesi yansıtacak bir söz sarf etmediler.” Diyor.

Kalbi olan herkesin, savaş acılarıyla ciğerinin dağlandığı günler yaşıyoruz. Yine bir Muharrem ayı ve yine bir yahudi zulmüne tanık oluyor insanlık…

İnsanoğlunun canıyla, malıyla ve sevdikleri ile en önemlisi de imanıyla denendiği en büyük imtihan, sanırım savaş zamanlarıdır. Uhud savaşında da ashab, büyük bir imtihana tabi tutulunca Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Göğüslerinizin içindekileri yoklamak, başınıza gelen şeylerle sizi sınamak, pis ile temizin ayrılması, söz ve işlerde mümin ile münafığın insanlar yanında açığa çıkması ve kalplerinizdekini temizlemek içindir. Allah göğüslerde cereyan eden gizlilikleri ve şüpheleri bilir.” Buyuruyor…
Mademki maruz olduğumuz en büyük imtihan budur, o halde üzerinde çok iyi düşünüp, hikmetlerine vakıf olmalıyız.

Resulü Ekrem Sallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin getirdiği öğretiyi bütünlük içinde ele alacak olursak, Bedir harbi dönüşünde buyurdukları o çok hikmetli hadis-i şerifi hatırlamakta fayda var. O zaman Allah Resulü: “Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” derken çok hayati bir inceliğe dikkat çekmiştir. Kendi üzerimizde kesintisiz süre gelen bir hak-batıl savaşının altı çizilmiş, asıl cihadın, büyük mücadelenin, kendi üzerimizde olduğunu bize bildirmiştir. Hadis-i şerife dikkat edecek olursak, ancak büyük cihad olarak tasvir edilmiş olan nefsle olan mücadelede başarılı olanların, küçük cihad olan düşmanla savaşta başarılı olabileceği adeta ilan edilmiştir.
Kaynaklarda cihad, nefse, şeytana ve düşmana karşı olmak üzere, üç çeşit olarak izah edilmiştir. Bu dünya serüvenimizin aslıda, malum olduğu üzere bu savaşımı verip, veremediğimize şahitliğimiz içindir. Enfüsi planda bu hakikatten uzaklaştığımız ve gaflete düştüğümüz oranda, bir alev topu gibi gerçek gelip ciğerlerimizi dağlıyor. Uyanmamız çok acı oluyor.
Ayet-i kerimeyi tekrar hatırlayacak olursak: “Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimiz deki taşkınlığımızı bağışla; ayaklarımızı yolunda sabit kıl, kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl…”

Bu sözler, insanın hali pür melalini anlatan bir itiraf manzumesi sanki. Duanın kabulü için ön şart olan ihlâs ve samimiyet bu ayeti kerime de içtenlikle sergilenmiş. Tersinden okuduğumuz zaman, günaha dalıp işlerimizde taşkınlığa düşüldüğünde, Allah’ın emirlerini israf edip, batıla daldığımız zaman, ayaklar sıratı müstakimde sebat etmediğinde, kâfir topluluğunun zulmüne maruz kalacağımızın habercisi gibi.

Kur-an’ı Kerim’de hak-batıl savaşlarına baktığımız zaman, cereyan eden sünnetullah, inananların gevşemeyip zafiyet göstermediği takdirde, azınlığın çok olana galip gelmesi ve müşriklerin kalblerine korku salınarak psikolojik olarak çökertilmesidir.

Kurtubi tefsirinde zikredildiğine göre, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem düşmanla karşılaştığında: “Allah’ım senin yardımınla saldırıyor, senin kuvvetinle savaşıyorum.” Bazı kere de: “Allah’ım! Onların şerrinden sana sığınır ve senin korkunu onların boğazına düğümlerim.” Derdi… Bedir savaşında, mübarek omuzlarından ridası-cübbesi düşecek kadar ellerini kaldırarak, Allah’ın yardımı ve zafer için dua etmiştir.

Yine kadim zamanlarda, kuvvetle muhtemel yine bugün ki Gazze mevkiinde Talut ve Calut arasındaki savaşta da, inananların dilinde aynı dua ve teslimiyetle Allah’ın izni ile az bir topluluk, sayıca üstün olana galip geldiği, Sure-i Bakara’da anlatılmaktadır. Talut’un ordusunun saflarında yer alan Davut a.s o gün henüz bıyıkları yeni terlemiş bir gençtir ve sapanla taş atma ustasıdır. İki ordu karşı karşıya geldiği zaman Davut a.s sapanından fırlattığı bir taşla Calut’u yere serer, Zafer, öncesi Allah savaşanları sınamış, geçtikleri nehirden su içmeden geçmeleri emredilmiş, sadece bir tek avuç, müstesna diye emredilmişti. Emre itaat ederek, tek bir avuç su ile dillerinde duaları:
“Ya Rabbi! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı dinin üzere sabit eyle ve kâfir kavme karşı bizi galip eyle…” idi ve Allah’ın izni ile düşmanı hezimete uğrattılar.

Taberi ve Camiul Beyanda zikredildiği üzere Bedir muharebesine çıkarken Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, o gün ashabına:

“Şüphesiz ki bu gün siz Talut’un Calut ile karşılaştığı gündeki ashabı kadarsınız, üçyüzonüç, kişisiniz” buyurmuştur.

Görüldüğü üzere, savaşlarda galibiyet, sayıca ya da teknolojik üstünlük ile değil Allah’ın galip kılması iledir. Bunun anahtarı da, emirlerine riayet, güzel bir tertip ile ihlâs la yapılan dua ve Allah’a sığınılarak yapılacak mücadele iledir.

Ayet-i kerime de “Allah sabredenleri sever” buyrularak, sevgi ve şefkatle adeta yaraların sarılması ve müminlerin gösterdiği sebata karşılık bir yakınlık ve zorlukların telafisi söz konusu edilerek, Allah’ın yardımının sabredenlerle beraber olduğu bildirilmiştir. Allah’ın beraber olduğu taraf da şüphesiz galip kıldığı taraftır.

PaylaşShare on FacebookTweet about this on TwitterPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedIn

Sevebilirsin...